15 Mayıs 2019 Çarşamba

YAŞAMAK İLE YAŞAMAMAK ARASINDA

YAŞAMAK İLE YAŞAMAMAK ARASINDA

  Türkiye’de özellikle de İstanbul gibi ticaretin, ekonominin, insanın gırla olduğu  büyükşehirlerde yaşamak, kaçınılmaz ve belki de ileride önlenemeyecek sorunlar silsilesini beraberinde getirir.
  İlk olarak her insanın kendi refahı için tercihini büyükşehirlere yapmasından ortaya akıl almaz bir kalabalık çıkar ve bu kalabalık her gün her saniye artış gösterir. Peki nasıl artış gösterir? Her kişi bir aile tarafından dünyaya gelir ve ailesinden gördüklerini benimseyerek kişiliğini ortaya koyar. Devamında toplumda iyi veya kötü olarak etiketlenmeye müsait duruma gelir. Topluma da ileride istediğimiz bir meslek yaparak yine rahata ve mutluluğa kavuşmak amacıyla eğitim-öğretim hayatımız ile birlikte uyum sağlamaya başlarız. Çoğu serüvenimizi hayatımızın neredeyse hepsini kapsayan okulumuzla, eğitimimizle yaşarız. İlk ve orta öğrenimimiz bittiğinde liseye geçer lise bittiğindeyse yine durmayız. Çünkü hepimiz iyi biliriz ki günümüzde lise mezunu olarak istediğimiz bir yerde çalışmak ve bunun da beraberinde getireceği isteklerimiz tam anlamıyla dönüt bulamaz. Sonra yeniden bambaşka bir ortama, üniversiteye genellikle binbir zorlukla  adım atar ve orada da öğrenimimizi bitiririz. Bununla da bitmez sonrasında çoğu kişinin mağdur durumda olduğu ve korku duyduğu iş bulma macerası başlar. Üniversiteyi bitirmek değil de geçmek bile çok zorken ileride ‘’ Acaba iş bulabilecek miyim?’’ düşüncesi de insanı yiyip bitirir. Varsayalım ki tüm bu stres yumağını çözdünüz. İş bulabileceğiniz güzel bir üniversiteyi ve en önemlisi de  istediğiniz bölümü bitirdiniz, elinize mesleğinizi aldınız. Bundan bir süre sonra da belirli bir yaşa, ailenizin yanından ayrılma vaktine ulaştınız. Yeniden bir stres başlar ve istediğiniz fiyata istediğiniz evi, arabayı ve daha birçok ihtiyacınızı ya da aslında tam da ihtiyaç sayılamayacak isteklerinizi giderme gereksinimi hisseder bu sefer de bunlar için didinmeye başlarsınız. Elinize aldığınız mesleğinize tüm bunlara sahip olmak amacıyla sımsıkı sarılırsınız ve daha büyük paralar kazanıp daha rahat etme inancı fark etmeden sizin ruhunuzu sömürür. Ama bunun asla farkına varmazsınız. Bu sürede bilmeden, istemeden sevdiklerinizin kalbinizi kırarsınız. Fakat yine içinizdeki para kazanıp daha iyisine ulaşma hırsı yakanızı bırakmaz. Çünkü insanlar arasındaki rekabet her geçen gün artmakta. Bu akıntıya kapıldıkça da her şey monotonlaşacak ve dönüp dolaşıp sürekli aynı şeylerin bir tık üstünü istemeye tam gaz devam edeceksinizdir. Bunun sonucunda da ister istemez aile hayatınızdan, manevi her türlü ilişkinizden, hoşgörüden, sevgiden uzak kalırsınız. İşte bu, hayatını gerekli veya gereksiz ihtiyaçlarını ve daha fazlasını elde etmek için dişini tırnağına takan yaklaşık 15 milyon kişi hayatının hepsine yakın bir kesiti. Yalan değil, hepimiz az çok böyle bir hayat sürmüyor muyuz? Doğduğumdan beri yaşadığım İstanbul ve içerisindeki insanlar için tüm bunları yakından az çok gözlemlemiş, yaşamış olarak yazıyorum ve eminim ki ülkemin dört bucağında da tüm bunları yaşayanlar mutlaka vardır. Fakat İstanbul öyle bir halde ki nefes alınmıyor. Nüfustan dolayı her şey on katına çıkıyor. Ülke ekonomisinden, siyasi ilişkilerden, diğer ülkelerle konumumuzdan ve daha birçok bilmediğimiz oyunlar ışığında bizim yaşam kalitemiz artıyor ya da azalıyor. Tüm hayat düzenimiz mecburen ve maalesef tüm bunlar etkisinde gelişiyor. Bu hayatlar ve bu denli nüfus, bahsettiğim gibi bitmek bilmeyen bir hırs, kazanç peşinde olmak İstanbul sokaklarında binalardan, araç seslerinden, kentin gürültüsünden, dur durak bilmeyen meşgalesinden nefes alamamayı doğuruyor. Dışarı çıksam bile kendimi kapalı bir kutuda gibi hissediyorum. Her sokaktaki nizami araba yığınlarından zor yürüyorum. Aynı zamanda neredeyse koskoca yıl çalışıp, eğitim görüp yorulduktan sonra ev dediğimiz hapishanelere sığınıyoruz. Kabul edelim yeşil alana, gökyüzüne, her türlü mahvettiğimiz doğaya hasretiz. Canımız sıkıldığında çıkıp tek başımıza, özgürce dolaşabileceğimiz, temiz havayı ciğerlerimize doyasıya çekebileceğimiz alanı bile yok çoğumuzun. Ben en çok da bitmek bilmeyen heveslerimiz yüzünden birbirimize hasret, betonlar arasında boğulup gideceğiz diye çok korkuyorum. Ve sormuyor değilim ‘’Ne olacak bu halimiz?’’ diye. Yiyor, içiyor her türlü tüketiyoruz ama sonunda dönüp baktığımızda yüzümüzü güldürecek, kafamızı dağıtacak, doyasıya eğlenebileceğimiz sağlıklı bir ortamımız yok. Tüm bunların sebebi, suçlusu da biziz aslında. Doğayı kirleten, ‘’Ben mi kurtaracağım ülkeyi’’, ‘’Çöpçünün işi ne?’’ diyenlerle, aynı dili konuştuklarınızla böyle yaşamak normal fakat böyle düşünmeyen masumlar için haksızlık sayılır.Yani kötü zihniyete, sürekli burun büken, arkasına dönüp bakmayan bir topluma sahip olduktan sonra gerisi boş aslında. Ülkeyi kalkındıracak, refaha ulaştıracak esasında bizler değil miyiz? Ama emek veren, hak yemeyen, iyi davranan, anlayış gösteren o kadar az ki biz şu anda en azından ülkece bu durumdayız.
  Tüm bunların üstesinden gelebilmek için ise yapmamız gereken tek şey üşenmeyip okumak, öğrenmek ve bir şeyler üretmek aynı zamanda bencil olmayıp anlayış göstererek arkamıza dönüp bir bakmak, eksiklerimizi birlikte gidermek, sorunlarımızı çözmektir. Bunlara uyarsak eminim ki daha duyarlı, üretken, çağdaş ve ilerlemiş bir ülke, toplum haline hep birlikte ulaşacağız. Geç olsun güç olmasın demeyi de çok isterdim fakat dünya her gün ekseni etrafında istikrarını bozmadan dönmeye devam ediyor ve her geçen saniye aleyhimize işliyor. Unutmayalım ki doğa geç kalınmayı beklemez. Ve bizim ondan çaldıklarımızı gün gelir elbet kendi de bizden alıkoyar. Birlikte daha güzel, daha yeşil, güneşli yarınlara.
                                                                                                                        
                                                                                                                                Esma AVCI 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU  Stefan Zweig'ın korku kitabında her şeye sahip olan bir kadının, sahip olduklarının kıymetini bilmemesi ve elinden kayacağını ...